Sıcak bir Temmuz sabahı. Kuruçeşme Parkı 2000 yüzücü ve yakınlarıyla panayır yeri gibi. Birazdan bir şehir hatları vapuruna bindirilip Kanlıca’ya götürüleceğiz. Vapur Kanlıca’da iskeleye bağlanacak. Biz de startın verilmesiyle Boğaza atlayacağız. Çok heyecanlıyım. Eşim de sporculara ayrılan kısmın girişinde üniversite sınavına girmeden kapıda çocuğuyla vedalaşan veli gibi heyecanlı ve tedirgin. İçeri geçiyorum. Kimseyi tanımıyorum. Herşeyimi çantama koyup görevlilere teslim ediyorum. Bir mayo, bir bone, bir de gözlükle kalakalıyorum. Kendimi nasıl bir maceranın içine attım ben böyle?
Anons! Vapura binme zamanı. Yıllarca şehir hatları vapuruna bindim ama daha önce hiç üstümde sadece mayoyla üstelik güneş koruyucu kaplı olarak bu koltuklara oturmamıştım. Çok kalabalık. Güneş koruyucun, terin ister istemez sağındakine solundakine karışıyor. Ama kimse durumdan rahatsız değil. Sanırsın sabah 7:10 Kadıköy-Karaköy vapuru. Millet işe okula gidiyor. Muhabbet tam kıvamında. Bir tek eğilmiş yandakinin gazetesini okuyan adamlarla Burhan Pazarlama eksik. İçerisi çok sıcak. Koltukaltlarımdan ter boşanıyor. Susadım. Birazdan tuzdan dudaklarım kavrulacak. Keşke binmeden önce son bir kez su içseydim.
İnşallah yüzerken “Acaba şimdi altımdan ne geçiyordur” düşüncesi aklıma gelmez. İğrenç denizanası öbeklerine bile razıyım. Ama ya bir kaç metre altımda, suyun günışığı ulaşmayan, göremeyeceğim, karanlık kısımlarında sinsi sinsi bir köpekbalığı dolaşıyorsa? Offf! Kalp atışlarımı korku gibi saçma bir nedenle gereksiz yere hızlandırıp kendimi soluksuz bırakmamalıyım.
Karşımda oturan yaşlıca bey gülümsüyor. Çok heyecanlı görünüyorsunuz. İlk seferiniz mi? Evet, ilk. Rahat olun. Korkacak hiçbir şey yok. Solunumunuz düzensizleşirse hemen sırtüstü yatın. Geçer. Yarışın tadını çıkarmaya bakın. Rumeli Hisarının önüne gelince durun, başınızı kaldırıp seyredin. Çok az insana nasip olur bu yaşadığımız şey. Ne iyi adam. Teşekkür ederim. Deneyeceğim.
Vapurun içinde herkes heyecanla birbirine son dakika tüyoları veriyor. Atladığında bir süre tam karşıya Baltalimanı Kemik Hastanesine doğru yüz. Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün gölgesinin denize vurduğu yer karanlık. Birden sular kararınca korkma. Aman, Kuleli Askeri Lisesi’ni kaçırma. Arkamdan İtalyanca, soldan da Rusça konuşmalar çalınıyor kulağıma. Ama onlar ne tür tüyolar veriyorlar anlayamıyorum. Yarışmacıların 800’ü yabancıymış.
Kanlıca iskelesine yanaştık. İnsanlar atlayacağımız duba tarafına yığılınca vapur hafif sola yatıyor. Ya batarsak? Ya sulara gömülüp yukarı çıkmayı başaramazsam? Neler kuruyorum kafamda? Derin nefes al. Sakin. Sakin…
Start verildi. Meraklılar önden Carettalar gibi atlıyor. Birinin yanlışlıkla bir başka yüzücünün kafasına atlaması işten bile değil. Kırmızı halıdan geçiyorum. Altında bileğimdeki çipi okuyacak elektronik bir sistem var. Çipim çalışıyor mu acaba? Ya bozuksa? Tamam öttü, duydum. Kahretsin! Deniz anaları. Boy boy. İrili ufaklı. Çip öteli çok oldu. Oyalanmamalıyım. Hadi! Şimdi! Su bulanık. Pis kokuyor. Ağzım kapalıydı ama şu bebek denizanalarından yuttum mu acaba? Saçmalama! Tabii ki yutmadın. Hadi tepene biri atlamadan uzaklaş buradan. Bir, ki, üç, nefes. Kalbim deli gibi çarpıyor. Kuruçeşme’deki finişe kadar 6.5 kilometre var. Sakinleş. İlk adımı attın. Haydi. Tempo.
Akıntıyla kendini Kuruçeşmede finiş yerine Anadolu Hisarında bulanlar varmış. Ya da Bebek Koyu’na kapılıp çıkmayı başaramayanlar. Bir ki üç, nefes. Şu an altımdan ne geçiyordur?Köpekbalığı? İstanbul Boğazında köpekbalığı yok. Onları unut. Hem deniz o kadar pis ki. Aklı varsa gelmez. Sen keyfine bak. Ne demişti adam? Korkma. Tamam korkmayacağım. Burada yüzebilmeyi haketmek için ne kadar çok çalıştın.Elemeleri geçtin. Hadi, konsantre ol. Parkuru hatırla. Bir, ki, üç, nefes.
Baltalimanı KemikHastanesi nereye kayboldu yahu! Denize atlamadan önce buradaydı. Ama yok oldu. Ne yapacağım ben şimdi? Sıradaki öneri neydi? İkinci Köprüyü ortalayacaktım. Sonrada Asya’dan Avrupa’ya uzanan yüksek gerilim hattını. Yoksa daha erken mi? Neyse, ölüm yok ya ucunda en kötü ihtimalle yarışı bitiremem o kadar. Ölüm mü dedimben? Ölüm beni burada bekliyor olabilir mi? Daha neler!
Başardım. Köprüye ulaşmadan evvel ortasını tutturabildim. Artık Karadeniz’den gelip Boğaz’ın ortasından 3-4 Knott hızla Marmara’ya ilerleyen akıntının üstündeyim.
Karadeniz’in tabanı Marmara Denizi’ninkinden sadece 40 cm yüksekte olduğu için, suları Boğazdan akıp Marmara’ya ulaşıyor. Bir nehir gibi. Sular kıvrım kıvrım kıyılara çarptığında Karadeniz’e geri dönüyor. Denizin tabanını düşündüğümde ürperiyorum. Ya şimdi bir deprem olursa? Ya Karadeniz’in tabanı daha dayükselir, suları Marmara’ya boşalırsa? Nasıl da güçlü olur akıntı. Kovasındaki balıkları leğene boşaltan balıkçı gibi içindekilerle beraber bizi Marmara’ya atıverir. Oradan Çanakkale Boğazı’nı saniyeler içinde katedip kendimi Ege’nin öbür ucunda Pire Limanında bulurmuşum! Ya da ne bileyim yer yarılsa sular içine girse. Birden altımızdaki sular çekilip kendimizi gelgitte karaya vurmuş denizanaları gibi Boğazın balçığına yapışmış bulsak! Neler saçmalıyorum ben? Bu düşünceler kalp atışlarımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Konsantre ol. Iyi gidiyorsun. Kıyılara yanaşıp ters akıntıya kapılma yeter.
Sular karardı. Demek, köprünün gölgesinden bahsederken bunu kastetmişler. Hiç aklım yok benim. Neden yazıldım ben bu yarışa? Ne gerek vardı? Martılar bile kaçıyor bu gölgeden. Sol tarafımda dipte daha yoğun bir karartı var. Balina olabilir mi? Çıkar bunu aklından. Sakinleşmen gerek. Bak Rumeli Hisarı ne güzel görünüyor. Çok şanslısın. Kaç kişi Rumeli Hisarını buradan izleyebilmiş ki? Biraz sırtüstü dön. Öyle demişti yaşlıca bey. Sırtüstü yat. Hisarı seyret. Derin derin nefes alıpver. Sakin. Al-ver, al-ver. Hem bak tepede bir helikopter var. Dürbünle oradan yüzücülere bakıyorlardır şimdi. İki bin kişiyi tek tek nasıl takip edebilirler ama? Bu mümkün mü? Sakin ol. Bu yarış çok güvenli. Önlemler yeterli. Al-ver, al-ver.
Iyi misiniz? Aman Allahım! Bu jet skili görevli de nereden çıktı? İyiyim iyiyim. İyi değilseniz sizi sudan çıkaralım. Hayır hayır. Dinlendim sadece, iyiyim. Lütfen dokunmayın bana. Devam edeceğim. Teşekkürler. Bir, ki, üç, nefes.
Ne demişlerdi? Bebek Koyu’na yaklaşma. Seni içine çeker, çıkamazsın. Yarışı da unut o zaman. Koydan uzak ama Anadolu yakasına da yanaşmadan. Nasıl olacaksa artık? Sağ omzum mu ağrıyor? Kendimi dinlememeliyim. Ağrımıyor, ağrımıyor, ağrımıyor. Bir, ki, üç,nefes. Bir, ki, üç, nefes…
Akıntı beni uçuruyor. Birinci köprüyü ortalayacağım şimdi de. Heyecandan koca yüksek gerilim hattını görmemişim. Geride kaldı galiba. Bir ki üç, nefes. Arada kafa kalkacak, köprüyü kontrol edeceksin. Kaymış mısın? Yok. Ortalamış gidiyorum işte. Bir, ki, üç, nefes.
Ayağıma bir şeydeydi. Allah’ım bu da ne? Oh! Yüzücüymüş. Şaşkın adam koskoca denizde nerden buldun benim ayağımı. Git azıcık ötede yüz. Sıkıştırma beni. Ya da dur dur gitme.Yan yana yüzelim. Korkmam o zaman. Bak dinliyor mu hiç? Bastı gitti.
Eyvah! Kuleli Askeri Lisesi’ni bulacaktım. Kaçırdım mı acaba? Ona gelmeden Avrupa tarafına yaklaşmalıydım. Ama çok da değil. Biraz. İşte Kuleli! Zaman ne çabuk geçti? Yarışın en zor kısmına geldim. Galatasaray adasının önünden Kuruçeşmeye doğrukırıp var gücümle akıntıyı yaracağım. Adayla aramda 150 metre mesafe bırakacağım. Nasıl ölçeceğim peki? Hem ada nerede? Görünmüyor. İmdat! Ada yok! Şimdi bu akıntı beni alır Marmara’ya götürür. Şurda bir bayrak var. Sarı-kırmızı. Tamam. Galatasaray adası’nın bayrağıdır bu. Gelecek yılki yarışta bunu hatırlamalıyım. Ada arama. Galatasaray bayrağı ara. galatasaray bayrağı gördüğüme bu kadar sevineceğimi hiç tahmin etmezdim. Akıntı beni şimdi de Karadeniz’e doğru itiyor. Son 400-450 metre. Yarışın en zor kısmı. Çok yoruldum, ama bırakamam. Kollarımda bu akıntıyı yarıp finişe ulaşacak gücü bulayım, lütfen Tanrım. Bitirebilmeyi çok istiyorum. Bir, ki, üç,nefes.
Finişe çok yaklaştım, ama dakikalardır yerimde sayıyorum. Yorgunluktan kopan kollarımı dinlendirmek için biraz dursam akıntıyla uzağa sürükleneceğim. Yarışı bitirip dubanın merdivenlerinden çıkanlar var. Hadi kızım birazdan sen de bitirenlerin arasında olacaksın. Tak! Elim beton gibi sert bir şeye çarptı. Bu ne? Plastik kova. Kim attı bu plastik kovayı önüme? Hafif sola döneyim de bir daha çarpmasın. Bir ki üç, nefes. Biraz ilerleyebildim. Ne demiş Einstein “Aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuç beklemek aptallıktır” Keşke hafif sola sapmayı daha erken akıletseydim. Neyse. İyi ki çarpıştık. Yoksa hala yerimde sayacaktım.
Ama yoruldum. Çok da vakit kaybettim. Son kulaçlar. Şimdi bitecek. Ha gayret. Bir ki üç, nefes… Birazdan merdivenin basamaklarını tırmanacağım ve ayak bileğimdeki çip ötecek. Dört tane merdiven var. En baştaki bana en yakın olanı. Tüh! Benden önce bir adam merdiveni tırmanmaya başladı. Yanındakine yüzecek gücüm de kalmadı. Bu merdivenden çıkacağım. Ama çok oyalanıyor. Keşke yandakine gitseydim. Neden bu kadar oyalanıyor bu adam? Hadi hadi hadi, süre işliyor. Adam sonunda merdivende yükseliyor. Sol bacağının üstünde. Çünkü sağ bacağı yok! Tek bacağıyla başardı.Bense burada merdivenin dibinde onun altında durmuş yavaş tırmandı diye içimden söylenip duruyorum. Ama nereden bilebilirdim? Kollarımda kalan son kuvvet damlasıyla kendimi yukarı çekiyorum. Çip ötüyor. Ağlıyorum. Bir yıl boyunca haftanın beş günü havuzun iki duvarı arasında Boğazı geçme sevdasına kilometrelerce gidip gelirken hep bu anı hayal ettim. Başarırsam kesin ağlarım diyordum ama şimdi gözyaşlarım kendi küçük zaferime değil, benden çok daha büyük bir şey için akıyor. Hiç tanımadığım tek bacaklı adamın azminin yüceliğine, inadının ihtişamına v ebaşarısının şerefine ağlıyorum.